Merhaba Dostlar,
Siz hiç akide şekerle çay içtiniz mi?
Siz hiç nohut kavurup kahve yaptınız mı?
Biz bunların hepsini denedik. Örneğin zeytinyağı ve Ayçiçek yağı yokken adı sanı duyulmamış yağlar kullandınız mı?
Hatta şimdilerde yüzüne bakmadığınız Sana yağı ve Vita yağını bulamadığınız günleriniz oldu mu?
Gaziantep'e bir asker arkadaşımıza gidiyoruz, aracımızın benzin deposunu ağzına kadar doldurmuşuz çünkü Adapazarı'na kadar dirhem benzin yok. Adapazarı'ndan Kızılcahamam'a kadar isteyene tankerle veriyorlar. Oradan Tarsus'a kadar aynen, bütün benzin istasyonları yok satıyor.
Adana'yı geçtik Gavur Dağına tırmanıyoruz. Hava karardı ve şiddetli bir yağmur başladı. Oğlum bir yaşında eşim yanımda benim bütün dikkatim yolda iki aracın yan yana geçtiği bir yolda aniden bir otobüs bizi sıkıştırdı. Uçuruma uçamaya ramak kaldı. Demek ki bu satırları yazmak kısmet olacakmış ki kıl payıyla kurtardık.
Gaziantep o tarihte 'Batının Paris'i ' dost evinde yedik içtik, pek çek elektrikli alet, kristal takımlar, süs eşyaları alıp bir hafta kaldık. Dostum arabaya Kilis'e götürüp depoyu doldurdu, iki varil de yedek yakıp verdi. Polise jandarmaya yakalanmadan – Tiyatro oyuncusu Lale Oraloğlu fincan takımı yüzünden hapis cezasıalmıştı http://nostalji.anilarim.net/forum/index.php?showtopic =6030 -İstanbul'a döndük.
Büyük şehirlerde yoklular çok daha yoğun yaşanıyordu. Tekirdağ'a gidiyor oradan beş tane beş kiloluk Çiçek yağı alıyor, iskan ve ruhsat alırken dağıtıp faydasını görüyordum. Tekirdağ'a gitmek bile sıkıntıydı yakıt yokluğunda. Allahtan Yeşilköy'de ki üst kat komşum K.Çekmece Kumsal Benzincisinde muhasebeciydi. Gece bize haber veriyor, üç komşumla gidip depoları dolduruyorduk. Ama öncelik polis amcalarının getirdiği son derece lüks arabalardaydı.
O tarihlerde ofisim Aksaray'da, en büyük avantajım Belediye, İSKİ, Anıtlar Kurulu, İtfaiye…
Hepsi yürüme mesafesinde. Sabah direksiyonu kucağıma düşen, vitesi elimde kalan Anadol arabamla gelip sokakta üstü gazete ile örtülü bir ceset yoksa gölge bir yer seçip park ediyordum.
Bir gün eski patronum beni Ömer Restoran'a götürdü. Gittiğimizde kapı duvar. Meğerse grev varmış. Turgut Bey dedi ki 'bak Suat Abi burada çalışan garsonların en az günde 100 lira bahşişleri vardı. Bunlar sendikanın sözüyle gaza geldiler greve gittiler. Patronları Fikret Yüzatlı'yı da iyi tanırım, şimdi adam kesin Paris'tedir grev bitene kadar dönmez, umurunda da değildir' dedi.
O tarihlerde sendikacılık yeni gelişiyordu. Kapitalizmim acımasızlığı ise bugün olduğu gibi o zaman da aynıydı. Büyük kapital sahipleri işletmelerinin kapısına kilit vurup ya Avrupa'ya ya da Amerika'ya gidip aylar hatta yıllarca darbe yapılmasını beklerlerdi ki gelip işletmelerini açsınlar.
Yumurtanın, ampulün, Sana yağının, peynirin, yoğurdun, sütün velhasıl çok şeyin olmadığı veya karaborsa satıldığı , çayı akide şekeriyle içtiğimiz, nohutu kavurup kahve yapıp içtiğimiz o mutlu günlerimizi hiç mi hiç unutamam….
Ne kadar da koyun ne kadar da öküz bir milletmişiz bir zamanlar…
Sağlıkla kalın, Hoşça kalın….
Ömer Suat MENALİ
Y. Mimar