Meraba Dostlar,
1962 yılında Üniversite imtihanlarında dört ayrı üniversiteyi kazanınca içlerinde içimi en çok ısıtan gerçek bir sanat ortamı olan Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin Yüksek Mimarlık Bölümü olmuştu.
Kayıt olurken ilk fırçayı idare işlerinden sorumlu olan Perihan hanımdan yemiştim. Kayıt sırasında adımı soyadımı sormuş ben de Suat Menali dediğimde yekten bana sen sahtekar mısın demişti. Ben şok tabii. Senin adın Ömer Suat Menali değil mi, niye adını eksik söylüyorsun dedi. Böylece eğitim hayatımda ilk defa üç adımı kullanmış oldum.
Bizim bölümün büyük bir kısmı Anadolu liselerinden gelen başarılı öğrencilerdi. Kırk iki kişiden sadece üçü kız diğerleri erkekti. Diğer bölümlerde bu oran tam tersiydi. Özellikle dekor bölümü öğrencilerinin nerdeyse tamamı kızdı.
Eğitmenlerimiz de zamanın en ünlü sanatçıları ressamları mimarlarıydı. Sedat Hakkı Eldem gibi bir mimarın, Neşet Günal gibi bir ressamın, Sadi Çalık gibi bir heykeltıraşın öğrencisi olmak çok büyük bir ayrıcalıktı.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Zühtü Müridoğlu. Zeki Faik İzer, Cemal Tollu gibi Cumhuriyet döneminin en ünlü sanatçıları ile Akademimiz altın devrini yaşıyordu. Toplam öğrenci sayımız sekiz yüz kişiyi geçmiyordu. Giriş katında Çaycı Ahmet'in önünde ayaküstü sohbetlere, kafeteryada aynı masanın etrafında bir heykel bir resim bir mimari bölümü öğrencisinin ellerinde kara kalemle eskiz yaparken felsefi tartışmalar yapmasına doyulmazdı.
Çaycı Ahmet deyince, hemen çay ocağı yanında çok küçük bir vestiyer vardı. Kış aylarında bu çok yetersiz olduğu için şemsiyelerimizi dahi koyacak yerimiz yoktu. Bir sabah okula geldiğimde bir de baktım Akademinin mermer holüne gelen şemsiyesini açıp yere koymuş, ben de aynı şeyi yaptım. Yarım saat içinde yerde elli altmış Cherbourg Şemsiyesi birikmişti.
O tarihlerde okulumuz Maarif Vekaletine bağlıydı. Okulumuzun müdürü Asım Mutlu Bey muavini de oldukça göbekli Kerim Beydi. Şemsiyeler hole yayılınca herhalde idareden duyulmuş olacak ki Kerim Bey asma kat koridoru ucuna gelerek ' kaldırın şunları ……. Oğlu …..ler deyince Akademinin ilk boykot olayı bir saat içinde bitmiş oldu. Benim mezun olduğum 1968 senesine kadar bir daha da böyle bir olay olmadı.
İlk sınıfımız Bruno Taut atölyesi olup amfilerdeki teorik dersler dışında bütün günümüz bu atölyede geçerdi. Ön bahçenin biraz içerisinden başlayıp arkada denize cepheli bu atölye şimdilerde Güzel Sanatlar Mimar Üniversitesine dahil edilmiş Atatürk Kız Lisesine aitti. Denize bakan çok pencereli geniş cepheden Atatürk Kız Lisesinin bahçesi olduğu gibi gözükürdü.
Erkek yoğunluklu atölyemiz olduğu gibi bu camlara yüklenip Liseli kızlara laf atmaya başlayınca Lisenin Müdürü de bizim Akademi Müdürünü arayıp bu rahatsızlığını bildirmiş ki birden ensemizde Asım Mutlu'nun sesini duyduk.
'Bir laf vardır bilir misiniz ? O mahiler ki derya içinde deryayı bilmezler' dedi. Kimimiz anladı kimimiz anlamadı ama Müdür açıklamak zorunda kaldı. 'Şehrimizin en güzel kızları ile aynı çatı altında okurken bu komşunun tavuğuna bakmak da ne iş ben anlamıyorum, bu size yakışmadı' dedi ve gitti. Hayatta tanıdığım en kibar mimarlardan biriydi. Ceketinin iç cebinden göstermeden bir mendil çıkarışı vardı ki hayran olmamak kabil değildi.
İnanın bu anılarımı yazsam kitap olur. Proje teslim zamanlarında atölyelerde sabahlayan öğrencilerin hikayelerinden, Akademi balolarına, Bach Solistlerinden, Zeki Müren dahil pek çok sanatçının okulumuzu ziyaretlerine kadar o kadar çok anılarımız var ki. Hepinizin okullarınızda yaşadığınız anılar gibi… Sağlık ve sevgiyle kalın, hoşça kalın…..
Ömer Suat MENALİ
Y. Mimar