Meraba Dostlar,
Belli zamanlarda belli konu başlıkları medyada manşet olur… Örneğin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Dünyamıza hızla yaklaşan Meteorlar veya Depremler, Kadın Cinayetleri, Çocuk Kaçırma Olayları ve de en son güncel olarak Tıp Doktorlarına Saldırı.
Bu saldırılar hiç bir yönüyle haklı sayılmasa da yaşadığım üç hastane olayını size nakledip yorumlamanızı isterim. Birincisi en sevdiğim can arkadaşım 1986 yılında geçirmekte olduğu ağır bir grip hastalığı sonucu acil olarak kapısı yolda açılan bir ambulansla Haseki Hastanesine kaldırılmıştı.
Klinikte nöbetçi olan Reha isminde bir Doç.Dr. üstünkörü muayene edip hastayı öylece bırakıp sabaha kadar odasına gidip deliksiz bir uyku çekti. Topal bir odacı ve arkadaşımın eşiyle birlikte sabaha kadar biz kahrolduk. Hiçbir tıbbi müdahale yapılmadı.
Sabah üniversite Rektörümüz Süha Toner'in devreye girmesiyle Çapa Tıp Fakültesi reaminasyon bölümüne kaldırılan arkadaşım on beş günlük bir hayat mücadelesine rağmen kurtarılamadı.
Oysaki aynı hastalığa ( ansefalit ) aynı günlerde yakalanan Kıvanç Sunam arkadaşımın babası kaldırıldığı Hayat Hastanesinde derhal oksijen çadırına alınıp serum bağlanarak ertesi günde tıbbi tedaviye devam olunarak çok kısa sürede sağlığına kavuşmuştu.
İkinci olay rahmetli ağabeyimin bir akut fıtık rahatsızlığı yüzünden Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinin aciline yatırılışı ve ameliyata alınması…Yeğenimin telefonu üzerine geleneksel sınıf yemeğinden kalkıp hastane önünde içeriye dahi alınmadan saatlerce bekleyişimizin sonunda Türkçesi zor anlaşılan bir görevlinin küçücük bir delikten bize 'Hastanız ameliyattan çıktı durumu iyi' dedikten sonra huzur içinde eve gitmemiz, sabahın erken saatinde yeğenim telefon edip 'Babamı yoğun bakımdan reaminasyon servisine aldılar, amca acele gelsen iyi olur ' deyişi….
On beş güne yakın reaminasyonda yatan ağabeyime bakan her doktor bizle görüşürken ' Kalp krizi neticesi kliniğimize gelen hastanın…' diye başlaması beni çıldırtıyordu ; ' Ne krizi, ne kalbi doktor hanım ağabeyimin fıtığı vardı, onu opere ederken bu hale getirdiler…' demekten yoruldum. Meğerse acilde dosyası nasıl kaybolmuşsa kaybolmuş, uyduruk bir gerekçe ile bizi günlerce oyaladılar.
Sonunda eşimle bir sabah hastaneye gittiğimizde ' Maalesef hastayı kaybettik…' dediler. Ölüm sebebi olarak elimize verilen raporda batın içi sepsis yazıyordu. Aradan bir hafta geçtikten sonra ölen ağabeyimin damadıyla hastaneye gidip ameliyat yapan doktoru arayıp bulduk. Yirmi beş yaşlarındaki genç doktor fıtık ameliyatı için acil ameliyata aldığı hastayı opere ederken apandisinin kanser olduğunu onu alırken apandistin patladığını batın boşluğuna yayılan dışkı yüzünden batın içi sepsisden ex olduğunu söyledi.
Biz bu genç doktoru dövmeden sövmeden, 'Sen kimsin ki böyle bir kanser ameliyatına karar veriyorsun , kanser olduğuna dair elinde ciddi bir delil bir laboratuvar bulgusu bir biyopsi raporu var mı? Tek başına bir kanser ameliyatına sormadan danışmadan karar veriyorsun' dedik.
Yanakları kıpkırmızı olan doktoru vicdanına teslim edip Dekanlığa hala sakladığım çok ağır bir yazı yazdım. Yürüyerek gelen bir hastanın yaptığının yanlış tıbbi müdahale sonunda bize tabutunu verdiniz. İnançlarımız doğrultusunda ağabeyimiz ömrünün bu kadar olduğunu kabul etmesek size bunun hesabını mahkemede sorardık ama lütfen dönüp kendinize bir bakın, bunun hesabını varsa vicdanınıza verin diye yazdım. Klasik bir cevap geldi.
Üçüncü olay 1998 yılında yine bir ağır grip vakası ile büyük ağabeyimin ambulansla Florence Nightingale hastanesinin aciline kaldırılan anneme yapılan yanlış ve geç müdahaleydi… Acilde beyin MR çekilirken etkin madde verilmediği için meningokok mikrobunun gözükmeyişi, dolayısıyla beyne sirayet etmesiyle annemi kaybettik.
Her gün sıra sıra doktorlar geliyor, çoğunuzun bildiği gibi 'Anneniz bugün daha iyi..' deyip arkasından fatura üzerine fatura gönderiyorlardı. Benim ısrarım üzerine on gün sonra belinden su alınıp Şişli Etfal hastanesinde tahlil edilip de sonunda meningokok mikrobu çıkınca bütün Florance Nightingale hastanesi alarma geçti . Çünkü bu hastanede intaniye yoktu, bu hastanede eldivenler, maskeler oda parfümleri ve bol bol fatura vardı.
Tahlili alıp da hastaneye götürdüğüm gün içerde iki doktor varken kapının önünde ağzıma ne gelirse söyledim, ne doktorluklarını bıraktım ne de insanlıklarını, soygundan başka bildikleri bir şeyleri yok bunların dedim. Dışarı çıkıp da sen ne diyorsun diyemediler.
Bizler ki eğitimli aile terbiyesi olan ilme bilme saygılı insanlardık. Bu benim burada anlattığım olaylar Güney Doğulu Kürt bir ailenin başına geldiğinde ne hukuk, ne mahkeme, ne de hak arama olmuyor. On on beş kişilik aile gidiyor doktorun ağzını burnunu kırıyor. Edip Kürkçü olayında olduğu gibi bazen de haksız yere oluyor. Ama az gelişmiş kültür grubunda ihkak-ı hak devam ediyor ne yazık ki edecek gibi de gözüküyor…Sağlıkla kalın, Hoşça kalın…..
Ömer Suat MENALİ
Y. Mimar