Adalet denilince akla bir çok şey gelir. İlk bakışta herkesin hakkını tanıma, karşılıklı zıt yararlar arasında hakka uygun şekilde eşitlik veya dengenin sağlanması gibi. Türk Dil Kurumu'na göre ise adalet , yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının temin edilmesidir. Teoride adaletin gerçekleştirilmesi için aritmetik eşitlik ilkesini öne çıkaran denkleştirici adalet düşüncesi yanında herkese hak ettiğini vermek, aritmetik değil orantılı eşitlik fikrini öne çıkaran dağıtıcı adalet düşüncesi mevcuttur.
Orantılı adalet düşüncesinin günümüz adalet anlayışına daha uygun olduğu kabul edilmektedir. Peki Mülkün Temeli olan adalete ulaşmayı kim sağlayacaktır. Nasıl sağlayacaktır. Bu sorunun cevabı basit olarak bellidir. Yargı yetkisini tek başına Devlet bağımsız ve tarafsız mahkemeler aracılığı ile ifa eder. Yargının kurucu unsurları kimlerdir diye sorulduğunda bunların iddia, savunma ve karar makamlarının olduğu dile getirilir. İddia makamını Cumhuriyet Savcıları, Savunma Makamını Avukatlar, Karar makamını ise Hakimler temsil eder.
Demokratik Hukuk Devletlerinde tablo bu şekildedir. Gerçek adalete erişmek için bu unsurların asli olması gerekir. Ülkemizde ne yazık ki savunma, kağıt üzerinde yargının kurucu, asli unsuru olarak görülse de uygulamada bunun hiç de böyle olmadığı açıkça görülmektedir.
Ülkemizde her yıl Eylül ayının ilk mesai günü Adli Yıl açılış törenleri düzenlenir. Bu törenlerde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin sözler söylenir, sembolik de olsa savunma mesleği avukatların mesleki örgütü Barolar da bu törenlerde söz söyleme imkanı bulurdu. Birkaç yıldır Barolar ve dolayısıyla yargının kurucu unsuru avukatlar Adli Yıl açılış törenlerinde bu imkandan mahrum bırakıldı. Adli yıl açılış törenleri yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sadece hakim ve savcıların tarafsız ve bağımsızlığı olduğu düşünülerek yargının en önemli unsuru olan savunma mesleğinin gözardı edildiği söylemlerle geçiştirildi. Hukuk Devletinin üzerine inşa edildiği temel hak ve özgürlüklerin en önemlilerinden biri savunma hakkıdır.
Savunma hakkı konusu gerek uluslararası sözleşmeler, gerek Anayasa ve gerekse kanunlarımızda yerini almıştır. Nitekim Anayasanın 36. Maddesi 'herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.' demek suretiyle savunma hakkını 'Hak Arama Özgürlüğü' çerçevesinde ele almıştır. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu avukatlık mesleğini 'Yargının kurucu unsuru, bağımsız savunmayı temsil eden serbest meslek' olarak tanımlamış ve devamla avukatlığın bir kamu hizmeti olduğunu belirtmiştir. Bunun yanında avukatlar ceza hukuku açısından yargı görevi yapanlar arasında gösterilmiştir.
Barolara ayrıca hukukun üstünlüğünü, insan haklarını koruma ve kollama görevi de verilmiştir. Bütün bu hak ve görevler avukatların şahsına değil icra ettikleri mesleğin önemine binaen verilmiştir. Kanunun avukatlara verdiği hak ve yetkiler sanki bizzat şahsına veriliyormuş gibi yanlış bir algı toplumda maalesef oluşturulmuştur. Avukatlar yargılamada vatandaşı temsil eder. Kıymetli üstadım Av. Mehmet Durakoğlu'nun deyimiyle avukatların sesi kesilirse vatandaşın nefesi kesilir. Avukat, mesleğini ne kadar rahat icra ederse müvekkilinin hakkını daha iyi savunma imkanı bulur ve gerçek adalete ulaşma konusunda önünde engel kalmaz. Adalet, Devletin temelidir. Savunma da adaletin temelidir. İçselleştirilmemiş, sadece yardımcı ve ya şekli unsur olarak görülen savunmanın olduğu yerde gerçek adaletten bahsetmek mümkün değildir. Savunmayı içselleştirmek ve hak ettiği yere koymak adalete erişmek için zorunludur.
Avukatlar, 'hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuku mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derece yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurum ve kurullar nezdinde sağlamak' olarak nitelendirilebilecek bir nevi kamu hizmeti ifa ederler. Avukatlar bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis ederek temsil ettikleri kişilerin uğradıkları haksızlık ve mağduriyetlerin giderilerek haklarına kavuşmasına yardım etmek suretiyle adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektedirler. Mülkün Temelinin adalet olduğu kabul edilirse toplum için bu denli önemli bir görevi ifa eden avukatların mesleki ve kişisel sorunları nelerdir diye sorulabilir.
Bu gün için savunma mesleği mensubu avukatların çok önemli sorunları vardır. Ve ne yazık ki bu sorunlar çığ misali büyümektedir.
Ülkemizde 120.000 avukat mevcuttur. Halen 15.000 civarında stajyer staj görmektedir. Eğitim ve öğretim kalitesi çok tartışma konusu olan Hukuk Fakültelerinde 70.000 öğrencinin varlığı düşünüldüğünde 4 yıl sonra ülkede avukat sayısının 200.000 olacağı matematiksel bir gerçektir. Bu gidişin sonu asgari ücretle dahi iş bulamayan, niteliksiz, bağımlı, iş takipçisi olarak görev yapan, bir takım Faktoring kuruluşlarında fedailiğe zorlanan, call center diye adlandırılan çağrı merkezlerinde telefonla tahsilat yapmaya mecbur bırakılan avukatlar ordusu olacaktır. Bu tehlikenin varlığını Türkiye Barolar Birliği bulduğu her zeminde ifade etmektedir. Hukuk Fakültelerinde nitelikli insan yetiştirilmesi ve avukatlık mesleğine kabulde sınav uygulaması yapılması zorunluluğu getirilmesi artık zaman kaybedilmeden ele alınmalıdır.
Siyasi iradenin bir nevi aspirin tedavisi diye adlandırabileceğimiz iyileştirme girişimleri yanında toplumun %20 sinin güvendiği yargının sorunlarını tesbit ve çözümü noktasında ilgili bütün kurum ve kuruluşlarla istişare ederek sonuca ulaştırmak Ülkemiz ve Milletimiz için hayırlı olacaktır. Bağımsız savunmayı şekli değil yargının kurucu unsuru olarak gören ve bunu kabul eden toplumsal bünyenin tesisi ile ancak yargıyı düştüğü yerden kaldırmak mümkün olur.
Bağımsız ve tarafsız yargısına sonsuz güvenen bir topluma hangi emperyalist güç casus rahibini serbest bırakması için dayatma yapabilir?
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bu milletin hedefinin muasır medeniyet olduğunu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk işaret etmiştir. Demokrasiyi, hukuku, hukuk devletini, hukukun evrensel ilke ve esaslarını benimseyen çağdaş bir yapı Türk Milletinin hakkıdır.
Bunun eksiksiz ve kusursuz gerçekleştirilmesi bu aziz milletin beklentisidir. Yargının kurucu unsuru bağımsız savunmanın sadece şekli unsur görülüp, fiilen muhatap bile alınmadığı bir anlayışın hakim olduğu atmosferde, Adalet Mülkün Temelidir söylemi karşılığını bulmaz ve gerçek adalete ulaşmak mümkün olamaz. Olsa olsa topal adalet olur. Böyle bir düzende ise toplumsal huzurdan, vatandaşın hukuk güvenliğinden, globalleşen dünyada güvenilirlikten bahsedilemez.
Av. Hikmet Ömeroğlu