12 Eylül öncesi ve sonrasında Türkiye tam bir terör fırtınası yaşadı.

Bu ülke, MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak başta olmak üzere, Milletvekilleri, siyasi parti üyeleri ve dernek başkanları dahil olmak üzere asker, polis, ve her kademeden devlet memurlarını şehit verdi.

Binlerce ülkücü genç uğradıkları saldırılarda kurban edildi, şehit oldu. Ancak ilk defa Ülkü Ocakları tarihinde bir Genel Başkan karanlık mihrakların silahından çıkan mermilerle şehit edildi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin iki yıl evvel görevden aldığı akademisyen Doç. Dr. Sinan Ateş Ankaranın göbeğinde Çukurambar semtinde arkadan başıdan vurularak şehit edildi. Bu cinayeti işleyenler tespit edilemedi ve yakalanmadılar.

Ülkücü camia yasta

Ancak Ülkücülerin temel partisi olan Milliyetçi Hareket Partisi'nin suskunluğu ve olay karşısında duyarsızlığı bütün kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanıyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, konuyu görmezden geldiği gibi bu konuda yorum yapanlar hakkında "Dış mihrakların maşası yada siyasi bozgunculuk yapmaya yeltenenler" şeklinde hiçte yabancı olmadığımız nitelemeler yaptı.

Hükümet kanadından ise yapılan açıklamalarda bir cinayet üzerinden siyasi algı çalışması yapılıyor şeklinde değerlendirmeler yapıldı.

Oysa koskaca Ülkü Ocakları Başkanı bir cinayete kurban gitti ve Şehit edildi.

İnanılmaz bir suskunluk içinde MHP'yi temsil edenler gıklarını bile çıkarmadan bekliyorlar. En ufak bir tepki yok.. Ülkü Ocakları Başkanı cinayeti bu tavırlarla sıradanlaştırılıyor.

İlk defa böyle acı bir hadise ile sarsılan ülkücüler hala liderlerinden bir tepki ve tavır bekliyorlar ama nafile....MHP Genel Merkezi, Ülkücü bir liderin güpegündüz sokak ortasında öldürülmesi karşısında dut yemiş bülbül gibi susuyor..susuyor....susuyor....

Ülkücü Camiada büyük bir hezeyan ve isyan var.....

Doç. Dr. Sinan Ateş'in şehit edilmesinden sonra MHP Genel Merkezine yöneltilen tepkiler durmak bilmiyor.

Olayı protesto eden binlerce MHP üyesi ülkücü'nün noter kanalından yolladıkları partilerinden istifa dilekçeleri, MHP Genel Merkezi'nin sekreteryasını epey meşgul ediyor.

Ülkücü Camianın Kanaat Önderlerinden Gazeteci Yazar İsmail Türk'de, bu cinayet karşısında tepkisini ve öfkesini ortaya koyanlardan...

İsmail Türk, "Bizi öldürüyorlar ve işin en ilginç yanı, öleceğimizi bile bile sıramızı bekliyoruz. Kimimizi silahla, kimimizi itibar suikastıyla öldürüyorlar ama istisnasız hepimizin umutlarının öldürüyorlar" diyor.

Ülkücü camianın kanaat önderlerinden gazeteci, yazar İsmail Türk www.habererk.com sitesinde kaleme aldığı makalesinde kamuoyuna şunları açıkladı:

"Haksızlık karşısında konuşamıyoruz. Lal oluyor dilimiz ya; işte en kötüsü bu. Buna ben "yaşarken ölmek" diyorum. Adaletin, vicdanın, merhametin, hukukun olmadığı yerde asla güzel bir şey olamaz, olmamalıdır da! Hepimiz soruyoruz: "Ne oldu, nasıl bu hale geldik?" diye.

Ama cevap veren çok az, hatta hiç yok.

Düşünün, binlerce yıllık medeniyeti kabile hayatına çevirenler bu mücadeleye inanan insanları ele geçirdikleri devlet gücüyle sindirmeye çalışıyorlar.

Oturdukları makamları, mücadelemize borçlu olduklarını çoktan unutmuşlar. Bizim kuşağın emeğini, hayallerini, gençliğimizi, taşeron katillerin mkarşısında çaresiz bıraktılar.

Yıllar önce Adana mitinginde Olcay Kılavuz'un talimatıyla 50 kişinin saldırısına uğramış ve polisin müdahalesiyle son anda linç edilmekten kurtulmuştum.

Bu ülkede, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu dahil milletvekilleri ve kanaat önderleri dövüldü; tartaklandı. Faillere hesap sormak yerine başköşeye oturttular. Evin sahibi, organize çetelerin sırtını sıvazladı.

Evladımız yaşındaki gençleri, ülkücülerin üzerine salarak büyüğüne el kaldırmasını öğütlüyorlar. Töreyi yok sayıp kafa göz kırarak alçakça saldırmayı yiğitlik olarak gören zavallılar baktılar ki yaptıkları hiçbir şeyin karşılığı yok, işi bu sefer daha ileriye götürdüler.

Ankara'nın göbeğinde Sinan Ateş kardeşimizi aylar öncesinden ilan ederek öldürdüler. Kardeşimizin katledilişiyle acımızı yaşamak ve şehidimize son görevimizi yerine getirmek üzere birkaç arkadaşımla birlikte Bursa'ya gittik.

Sinan'ın cenazesi uzun yıllardır görmediğim kadar büyük bir cemaate ev sahipliği yaptı. Sanki Sinan Ateş'i değil de onunla beraber birçok şeyi Bursa'da toprağa verdik. Evet, bu öyle bir çıkmazdır ki kurtulmanın imkanı yoktur.

İstifa edip gidersen, hainsin! Gitmiyorum, burası benim evim dersen fitnesin. Birçok arkadaşımız yargısız infazdan kurtulamadı. Ev sahibinin hiç mi suçu yoktu?

Bizi esaret altına alan lider fetişizmi ve teşkilat doktrin tartışılmaz, "şer bildiğinde de bir hayır vardır." gibi saçmalıklarla beynimize, elimize, ayağımıza zincirleri kendimiz vurduk. "Baba ocağı" dediğimiz partiden gönüllü ayrılanlar ne mutlu...

Çoğumuz dövülerek kovuldu, ihraç edildi. Ama kim nereye gittiyse, lider fetişizmini de beraberinde götürdü.

Yeni Tanrıları, yeni Kralları makam koltuklarına oturtmakta çok mahiriz. O yüzden kabahat bizde canım kardeşim.
Kardan adamların gölgesinde dinlenmişiz. Koşulsuz teslimiyeti reddetme zamanı gelmedi mi?

Geçmişten gelen ve bütün gençliğimize egemen olan biatı da makam koltuklarında kitleye sadece talimat vermek için oturan liderleri de Bursa'da mezara gömdüm o gün! Sinan'dan geriye koca bir acı miras kaldı.

Bu alçak suikasti basit bir kriminal zincirle açıklayıp dosyayı kapatacaklar. Cinayetin azmettiricileri kurdukları itibar mahkemelerinde engizisyon hükümleri verilecek ve kimse itiraz edemeyecek. Acıyı kanıksayıp bağışıklık kazanacağız.

Milli devlet mi, hukuk devleti mi?

Sinan'ı uğurladığımız gün son kararımı verdim:

Hukuk Devleti!

Her canlının farklı öncelikleri vardır; din, milliyet, iman... Benim için hepsinin önünde artık hukuk var. Gördük ki, adalet yoksa hayatın her alanı iktidar sahiplerinin merhametine kalmıştır.

Hukukun olmadığı yerde zulüm vardır ve adaletin olmadığı yerde hepimiz suçluyuz. Sinan Ateş kardeşimizin alçakça katledildiği o hain pusunun bir an önce aydınlatılmasını diliyor, bekliyorum".